Hz. Adem ile Hz. Hawa yeryüzünde
ayrı ayrı yerlere indirilmişlerdi. Uzun zaman birbirlerinden
ayrı yaşadılar. Allahü teäläya hep yalvarıp,
çokça tövbe ettiler. Yüce Allah
(c.c.) tövbelerini kabul edip onlar: Mekke civarında;
"ARAFAT" denilen yerde buluşturdu. Hz.
Adem ile Hz. Hawa'nın buluşmalarından sonra, insan nesli
süratle çoğalmaya başladı. Hawa annemiz
her doğumda: biri erkek, biri de kız olmak üzere,
ikiz doğuruyordu.
İlk doğumdan olan erkek çocuğa Kabil
adını vermişlerdi. Daha sonraki doğumdan olan erkek
çocuğun ismi ise Habil idi. Sinirli ve
kıskanç bir yapıda olan Kabil, tarla işlerine
bahçeye ve ağaçların bakımına
yardım ediyordu. Kardeşinin aksine yumuşak huylu ve
sakin bir çocuk olan Habil ise, hayvanların bakımı
işiyle uğraşıyordu. Kız kardeşler ise evde annelerine
yardım ediyorlardı.
Nihayet gençlerin evlenecekleri zaman
gelip çatmıştı. Kabil ile doğan kız Habil'e,
Habil ile doğan kız Kabil'e verilecekti. Çünkü,
Yüce Allah böyle buyurmuştu. (İnsan neslinin
çoğalması için, önceleri kardeşler
arasında evlenme yasak edilmemişti. Yine de birlikte
doğan, kız ve erkek çocuklar birbiriyle evlenemiyor,
bir önceki ya da bir sonraki çocuklar birbirleriyle
evlenebiliyorlardı. Zamanla insanlann çoğalması
belli bir seviyeye gelince (Hz. Nuh döneminde)
bu duruma; yani kardeşlerin birbiriyle evlenmesine bir
son verilip bu durum yasaklandı.
Habil'in alacağı kız, yani; Aklima, Kabil'in
alacağı kızdan daha güzeldi. Öteden beri Habil'i
kıskanan Kabil bu durumu kabul etmiyordu. Hz. Adem ile
Hz. Hawa'nın tüm çabaları sonuç vermemişti.
Çünkü Kabil bu düşüncesinde
oldukça ısrarlıydı. Bu nedenle ailede huzur kalmamıştı.
Günlerce düşünüp taşındıktan sonra
bir çözüm yolu buldular. İki kardeş
de yüce Allah'a birer kurban takdim edeceklerdi.
Allahü teälä kimin kurbanını
kabul ederse, Aklima'yı o alacaktı. Habil kurban için
koyunlarından en güzelini seçmişti. Yüce
Allah'a ancak böyle iyi bir kurbanı takdim edebilirdi.
Kabil ise uzun süre düşünüp taşındıktan
sonra, kurban olarak bir tutam buğday taktim etmeyi
uygun görmüştü. O zamanlarda, Yüce
Allah kabul ettigi kurbana bir ateş gönderip onu
yakardı. Kabul olunmayan kurban ise olduğu gibi kalırdı.
Kurban sahibinin ise yüzü kararırdı.
Bu adet; Benî İsrail zamanına kadar devam etmiş,
daha sonra Allahü teälä tarafından kaldırılmıtı.
Her iki kardeş, kurbanlarını götürüp
yüksek bir tepede yan yana koymuşlardı. Ertesi
gün gidip baktıklarında, Habil'in kurbanının
yanmış olduğunu gördüler. Bunun üzerine
kıskançlık duyguları daha da kabaran, Kabil iyice
köpürmüş, babası ile annesini suçlamaya
başlamıştı.
Kurban sahibinin ise yüzü kararırdı. Bu
adet; Benî İsrail zamanına kadar devam etmiş,
daha sonra Allahü teälä tarafından kaldırılmıştı.
Her iki kardeş, kurbanlarını götürüp
yüksek bir tepede yan yana koymuşlardı. Ertesi
gün gidip baktıklarında, Habil'in kurbanının yanmış
olduğunu gördüler. Bunun üzerine kıskançlık
duyguları daha da kabaran, Kabil iyice : köpürmüş,
babası ile annesini suçlamaya başlamıştı.
O gece hiç uyumamıştı. Gece boyunca hep Habil'i
nasıl öldüreceğini tasarlayıp durmuştu. Habil
koyunları otlatmak için uzaklara gittiğinde,
gizlice peşinden gidip, onu münasip bir yerde kıstıracaktı.
Ertesi gün geldiğinde, Habil yine her zamanki gibi,
koyunları otlatmak için dağlara çıkmıştı.
Şeytan ise Kabil ile beraberdi. Kabil'e kardeşini öldürmesi
için habire uyarılar yapıyordu. Kabil bu sese
uyarak, gizlice kardeşini takip etmeye başlamıştı.
Habil her zamanki yerde hayvanları serbest bırakıp
bir ağacın gölgeliğinde istirahate çekilmişti.
Arkasındaki hışırtı ile, irkilen Habil, geriye döndüğünde
ağabeyi Kabil ile göz göze gelmişti. Kabil
burnundan soluyor, gözlerinden kin ve nefret pırıltıları
saçıyordu. Habil, Yüce Allah'ın yardımıyla
onun niyetini anlamıştı. - Ey Kabil niyetini anlıyorum.
Yapmak istediğin Yüce Allah'ın buyruğuna karşı
gelmektir. Yemin ederim ki öldürmek için
elini bana uzatsan dahi, ben seni öldürmek
icin elimi uzatacak değilim.
Çünkü ben, kainatın Rabbı olan;
Allah'tan korkarım. Habil, Kabil'den daha güçlü
ve kuwetli olduğu halde, ağabeyine karşı gelmek istemiyordu.
Çünkü o Allah'tan korkuyordu. Onun
bu hali Kabil'i dahada öfkelendiriyor kıskançlık
damarlarını daha da kabartıyordu. Habil'in umursamaz
bir tavırla oradan uzaklaşmak istemesi sonucunda hiddete
kapılan Kabil, yerden bir taş alıp, kardeşinin kafasına
hızla vurdu. Canı yanan Habil yere düştükten
sonra, yine Kabil'e el kaldırmamıştı.
Çünkü ben, kainatın Rabbı olan;
Allah'tan korkarım. Habil, Kabil'den daha güçlü
ve kuwetli oldugu halde, ağabeyine karşı gelmek istemiyordu.
Çünkü o Allah'tan korkuyordu. Onun
bu hali Kabil'i dahada öfkelendiriyo kıskançlık
damarlarını daha da kabartıyordu. Habil'in umursamaz
bir tavırla oradan uzaklaşmak istemesi sonucunda
hiddete kapılan Kabil, yerden bir taş alıp, kardeşinin
kafasına hızla vurdu. Canı yanan Habil yere düştükten
sonra, yine Kabil'e el kaldırmamıştı.
Bunu fırsat bilen, Kabil, elindeki taş ile kardeşi
Habil'in kafasına vurmaya devam etti. Şeytan galip
gelmişti. Kabil'in aklını başından alıp çılgına
döndürmüştü bir defa. Böylece
toprağa düşen ilk kan, yeryüzündeki
ilk cinayetin habercisi olmuştu. Habil'in Kabil'e acıyan
gözlerle bakması bile Kabil'i
durdurmaya yetmemişti. Aldığı darbeler sonucu, Habil
ruhunu teslim etmişti...
Uzun süre kardeşinin cesedi başından ayrılmayan
Kabil, sanki donup kalmıştı. Bir türlü hareket
edemiyor, ne yapacagını bilemiyordu. Deminden beri kendisine
yol gösteren, şeytandan, ses seda gelmiyordu artık.
Ne yapacagını ne edeceğini, bilemeden uzun süre
öylece kalakaldı. Gün gittikçe çekiliyor,
gölgeler ise uzuyordu. Panik içindeki Kabil
donuk gözlerle etrafı süzüyorken, birden
bir karganın gagası ile toprağı eşelediğini farketti.
Karga bir müddet, toprağı kazdıktan sonra, yanıbaşındaki
karga ölüsünü iterek, açtığı
çukura atmış, sonrada toprakla üstünü
örtmeye başlamıştı. Yerinden doğrulurken,
"Yazıklar olsun, bir karga kadar bile olamadım"
diye fısıldayıverdi. Hemen, sert bir ağaç parçası
bularak, yumuşak toprağı kazmaya başladı. Bu sırada
Hz. Adem ile Hz. Hawa, çocuklarının gelmediğini
görünce onları aramaya koyulup Habil'in, hayvanları
otlattığı yere doğru geliyorlardı.
Çocuklanna seslenerek olay yerine doğru
ilerleyen, Hz. Adem, birden Kabil'in panik içinde
kaçtıgını görünce, hızla oraya gitti.
Yerde kan lekeleri ve örtülmüş toprağı
görünce, Habil'in başına gelenleri anladı.
Gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaya başladı. Kabil'in
ardından "Kardeşine ne yaptın" diye bağırıp
duruyordu. Korkudan ne yaptığını bilemeyen Kabil
kaçmaya devam ediyordu. Yeryüzünde
şeytana uyan, ilk insan olan Kabil, babasının bedduasını
duymuyordu bile.
- Ey Kabil hiç bir zaman rahat yüzü
görme. Sen artık istenmeyen lanetli bir insansın.
Üzüntü içinde evine dönen,
Hz. Adem olup bitenleri güçlükle anlatmıştı
ailesine. Herkes üzüntüsünden kahrolmuştu.
Artık kendine yer olmadığını bilen Kabil kız kardeşini
de alarak evi terketmişti. Kendisinden bir daha da haber
alınamadı.
|