Tufandan sonra Hz. Nuh'un torunlanndan
bazdan Irak tarafma yerleşmişler, Fırat nehrine yakın
bir yerde BABİL şehrini kurmuşlardı, Babil halkı ilerleyen
zamanlarda hak dinini terketmiş, güneşe ve yıldızlara
tapmaya başlamışü. Taptıkları her yıldız için
bir put dikmişlerdi. Bu putlann; yıldızlar katında kendilerine
şefaatçi olacağına inanıyorlardı. Oluşturduklan
bu yeni dine Sabiilik adını vermişlerdi. Babil'e
kral NEMRUD hükmediyordu. Hükümdarlar
arasında başına ilk defa taç takan; kral Nemrud,
oldukça zalim idi.
Sahip olduğu mal mülk vesaltanat ile kibirlenir,
ilahlık taslardı. Kuraklık ve kıtlık zamanlannda
kendisinden yiyecek isteyen halka "Rabbiniz kim?"
diye sorar. "Nemrud" diye cevap verene yardım
eder, ilahlığını kabullenmeyeni boş gönderirdi.
Nemrud bu şekilde Babil'i hakimiyetine almıştı. İnanç
yönünden bu derece sapıklık bataklığına gömülmüş
olan Babil halkı kendine hak yolu gösterecek bir
kurtarıcı, bir peygamber bekliyordu. Sarayında çok
sayıda kahin ve müneccim besleyen, Nemrud, müneccimlerinden
birinin kehanetiyle sarsılıp şoka girmişti.
- Ey haşmetli hükümdarımız, Ey Babil
halkının koruyucusu ve yöneticisi, yıldızlar kötü
bir haber veriyor. Bu sene ülkende doğacak bir
çocuk, senin dinini değiştirecek. Bu yüzden,
bu sene doğacak olan bütün çocukları
öldürmelisin. Korkudan telaşa düşen
Nemrud askerlerine emir vererek, şehiri sıkı bir kontrol
altına aldı. Yeni doğan çocuklar hunharca öldürülüyordu.
Hemrud'un "AZER" adında çok güvendiği
bir adamı vardı. Nemrud ona olan güveni nedeniyle
Azer'i puthane sorumlusu olarak görevlendirmişti.
Nemrud'a olan yakınhğı sebebiyle, Azer hatırı sayılır,
nüfuzlu bir kimse idi.
Doğacak çocuklann öldürülmesi
emri verildiği zaman Azer'in hanımı hamile idi. Fakat
bunu kimseler bilmiyordu. Azer doğacak olan çocuğunu
kurturmanın çarelerini araştırmaya başladı. Sahip
olduğu ayrıcalık sayesinde, bu isteğini rahatlıkla gerçekleştirdi.
Hanımını kolayca şehrin dışına çıkarıp onu Basra
ile Küfe arasındaki, Kuse köyü yakınlannda
bir mağaraya götürdü. Azer çocuklarını
putperest olarak yetiştirdiği için, doğacak çocuğununda
kehanette bahsedilen, çocuk olmayacağından emin
bir halde hanımını mağarada bıraktı. Babil şehrinden
çok çok uzaklarda, bir mağarada gözlerini
dünyaya açan İbrahim diğer çocuklardan
farklı olarak çok çabuk büyüyordu.
Bu mağarada bir kaç yıl anne ve babasından
başka kimseyi görmedi. Her davranışında bir fevkaledelik
görülen, küçük İbrahim, bir
gün annesine şöyle dedi: - Anneciğim benim
Rabbim kimdir? - Benim yavrum. - Peki senin
Rabbin kimdir? - Baban yavrum. - Ya Babamın
rabbi kimdir? Annesi İbrahim'in yaşından beklenmedik
bu soruları karşısında hayrete düşmüştü.
Telaşla olanları kocasın. anlattı. Bahsedilen çocuk
kendi oğlu olabilirmiydi
Yinede bu soruları çocukluguna verip önemsememişti.
Ancak birgün aynı sorularla kendisi karşılaştı.
- Ey Babacığım, benim Rabbim kimdir? - Annendir
oğlum. - Peki Annemin Rabbi kimdir? - Benim.
- Senin Rabbin kimdir? - Nemrud.
- Peki ya Nemrud'un Rabbi kimdir? Bu sual Azeri
çok sinirlendirmişti. Bunun üzerine oğlunu
azarladı. - Sus artık. Bir daha böyie şeylere
kafanı takma.
Küçük İbrahim ilähi bir davanın
önderi olacağı mesajını daha o yaşında hal ve tavarlarıyla
açıkça belli etmişti. Günlerden bir
gün Azer, oğlunun dogumunu gizlediğini arkadışlarına
anlattı. - Acaba oglumu meydana çıkarsam
Nemrud ona birşey yapar mı? - Nemrud o hadiseyi
çoktan unuttu bile. Sen oglunu meydana çıkar
artık. Arkadaşlarının kendini rahatlatması üzerine
Azer oglu İbrahim'i mağaradan çıkarmıştı.
İbrahim artık büyümüş delikanlı olmuştu.
Azer diğer oğullarına yaptığı gibi İbrahim'inde eline
birkaç put tutuşturup, satması için onu
çarşıya göndermişti. Ancak küçüklüğünden
beri hiç bir zaman putlara ilgi göstermeyen
İbrahim, putların boynuna bir ip takarak, onları yerlerde
sürükleye sürükleye çarşıya
gitti. - Fayda ve zarar vermekten aciz olan bu putları
kim ahr? Bu olayı görenler İbrahim'e kızıyor
ancak babasının nüfuzundan dolayı İbrahim'e
bir şey diyemiyorlardı. Bu olay böyle devam
edip durdu. Kardeşleri her akşam putları satarak
eve döndükleri halde İbrahim'in bir tek put
bile satamadan, eve dönmesine bir anlam veremeye
Azer, neler oluyor diye meraklanmaya başlamıştı. Ancak
kısa sürmedi ki ahali İbrahim'i babasına şikayet
ediverdi. Azer oğlunun putları sevmediğini biliyordu.
Ama bu güne kadar belki düzelir diye, hiç
bir şey yapmamıştı. Nihayet oğlunu yanına çagırdı.
Hz. İbrahim'e çok genç yaşta peygamberlik
görevi verilmişti. O, yaşından çok olgun
bir şekilde babasının huzuruna çıkıverdi.
- Ey Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve
sana hiç bir faydası olmayan, bu cansız varlıkları
kendine ilahmı görüyorsun? Azer oğlunun
sözleri karşısında, hem şaşırmış, hem de kızmıştı.
- Sen ne dediğinin farkında mısın? Böyle konuşma
cüretini kimden alıyorsun? Hz. İbrahim daima
Babasına saygılı olmuştu. - Babacıgım Allah tarafından
bana peygamberlik verildi. Sana öğretilmeyen ilim
bana öğretildi. Milletime hak yolunu göstermekle
görevlendirildim. Bana tabi ol sana hakkı anlatayım.
Babil halkının tehditkar tutumu Hz. İbrahimi
davasından asla geri döndüremezdi. Çünkü
onun yüreği Allah sevgisiyle hınca hınç
doluydu. - Siz bir olan Allah'a şirk koşmaktan korkmazken,
ben sizin putlarınızdan mı korkacağım? Babil halkı
bayram günlerinde kurbanlar kesip çeşit
çeşit yemekler pişirirlerdi. Sonrada hazırladıkları
bu sofraları, putların yanına yerleştirerek, şenliklere
başlarlardı. Gülüp eğlendikten, kutlama merasimlerini
bitirdikten sonra da putların yanına bıraktıkları
yemekleri, büyük bir iştahla yerlerdi.
Yine bir bayram günü idi. Yemekler puthaneye
putlann yanına bırakıldıktan sonra, bayram yerinde
toplanıp eğlenceye başladılar.
Hasta olduğunu bahane ederek, eğlenceye katılmayan
Hz. İbrahim, kimsenin olmamasından istifade ederek puthaneye
girdi. Putlara alaycı bir ifade ile bakıp; "Haydi
buyurunuz, şu yemeklerinizi afiyetle yeyiniz. Haydi
benden utanmayınız" dedikten sonra, putları bir
balta ile kırıp parçalamaya başladı. Sadece
MADRUK adlı putu kırmadı. Elindeki baltayı onun boynuna
asıp sonra oradan ayrıldı. Putperest Babil halkı,
bayram yerinden, döndükten sonra,
putların halini görünce çok şaşırdılar.
Öfkelerinden deliye dönmüş adeta kudurmuşlardı.
- Kim bu küstah? - Onu bulup cezalandıralım.
- Her kim ise, yaptıklarını yanına bırakmayalım.
- Bu işi olsa olsa Azer oğlu İbrahim yapmıştır.
- Evet evet oldum olası putlarımızı sevmedi. Her zaman
onlarla alay ederdi. Bu işi ondan başkası yapmış olamaz.
- Evet mutlaka o yapmıştır. Haydi gidip onu bulalım.
Köşe bucak Hz. İbrahim'i aradıktan sonra onu yakaladılar.
- Ey İbrahim ilahlarımıza bu hakareti sen mi yaptın?
Hz. İbrahim gayet sakin bir şekilde boynuna balta asılı
putu kasdederek, "Belki onu şu büyükleri
yapmıştır. Konuşabiliyorsa ona sorun" diye cevapladı.
Hz. İbrahim'in bu sözleri üzerine, müşrikler
donup kalmışlardı.
Anlamsız bakışlarla birbirlerini tarayıp durdular.
Kimse verecek cevap bulamıyordu. Öyle ya, madem
ki bu putlar ilahları idi, elbette kendilerini kimin
kırdığını bilmeli, söylemeliydiler. Dahada
önemlisi kendilerini savunmalıydılar. Konuşmaktan
ve kendilerini savunmaktan aciz olan bu odun ve taş
parçalannı ilah saymakla hatamı ediyorlardı?
Ancak şeytan onları dogru yola gelmekten alıkoyuyordu.
Gencecik bir delikanlıya inanmayı, ona tabii olmayı
bir türlü gururlarına yediremiyorlardı.
- Ey İbrahim. Sende gayet iyi biliyorsun ki bu putlar
konuşmazlar. Anlaşılıyor ki bu işi sen yaptın.
Hz. İbrahim de bu cevabı bekliyordu. Hemen taşı
gediğine koydu. - O halde niçin alemlerin
yaratıcısı olan Allahü teäläyı terkedip
de, kendilerini bile koruyamayan bir tek kelime bile
konuşmayan, kimseye zarar veya faydası olmayan putlara
niçin tapıyorsunuz? İnsan hiç kendi yonttuğu
şeye taparmı? Bu cevaptanda anlaşılacagı gibi putları,
Hz. İbrahim kırmıştı. Ona gereken cezayı vermek için
hapse attılar. (I. BÖLÜM SONÜ)
|